Ana içeriğe atla

BİR CERRAHIN MEDYA-HEKİM İLİŞKİSİNE BAKIŞI

Medya ile hekimlerin arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı ortada oluşan bilgi kirliliğinden insanlar zarar görüyor. Bilim insanları medyadan uzak durarak yıllardır oluşturdukları ve ilmek ilmek dokudukları kariyerlerinin zarar görmesinden çekiniyorlar. 

Bilim insanları ve medya arasında oluşan uçurumdan da umut tacirleri faydalanıp insanların sağlığıyla oynuyorlar. Hekimlerin medyaya bakış açısını değerlendiren Prof. Dr. Tamer Akça ile sağlık haberciliğinin önemini konuştuk. 

Hekim bakış açısıyla sağlık haberciliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Hekim-medya ilişkisinde daima bir sıkıntı var. Bilime inanmış hekimler söyleyeceklerinin medyada çarpıtılacağı konusunda çok endişeliler. “Ben zaten mesleğimi yapıyorum, neden bir de medyaya bulaşayım” diye düşünüyor hekim. 

Buna karşın medya çalışanları da hekimlerin teknik terimlerle insanların anlayamayacağı şekilde konuşmasından rahatsız. Bunu bir üstten bakış olarak yorumluyorlar. 

Bu karşılıklı gerilim hekimlerin medya çalışanlarından, medya çalışanlarının da hekimden uzak durmalarına neden oluyor. Böyle olunca da hastalar bundan zararlı çıkıyor. Çünkü gerçek bilim insanının boş bıraktığı bu alanı kelimenin tam anlamıyla “şarlatanlar ve umut tacirleri” dolduruyor. 

Sağlık haberlerindeki bilgi kirliliğinden kim zararlı çıkıyor?
Televizyon ve sosyal medya günümüzün gözde iletişim kanalları. Bu kanallardan akan kontrolsüz bilgi ciddi bir bilgi kirliliğine neden oluyor ve hastaların kafası karışıyor. 

Kişisel pratiğimde bir hastamdan “Televizyonda duydum, internette okudum, gazetede okudum.” sözlerini duymadığım bir gün bile geçmiyor. Böyle olunca hastanın sorununu bir kenara koyup, ona edindiği bilgilerin neden hatalı olduğunu anlatmaya çalışarak zamanımı ve enerjimi harcamak zorunda kalıyorum. 

Kaynağını bilmediğim birinden alınmış bilgiler karşısında kendi bilgi ve görgümü savunmak zorunda kalmak beni hem yoruyor, hem de incitiyor. Üstelik hastanın kafasının daha da fazla karışması olasılığı her zaman mevcut. Burada dediğim gibi zararlı çıkan hasta oluyor. Tanı ve tedavisi gecikiyor, şifa olasılığı düşüyor. 

Hekimlerin görevinin sadece hastalara şifa vermek olduğunu düşünmüyorum. Bir entelektüel olarak hekimin diğer görevi de kamuoyunu doğru, bilimsel ve anlaşılır bir dille bilgilendirmek. Aksi durumda yeri mutlaka umut tacirleri tarafından dolduruluyor. 

Hekimler medyayla nasıl bir iletişim halinde olmalı?
Hekim yazılı ve görsel basında, sosyal medyada kendi bilgi ve deneyimini mutlaka paylaşmalı. Bu hekimler kadar hekimlerin bağlı oldukları meslek kuruluşlarının da görevi. 
Ancak bunu yaparken öncelikle teknik terimlerden arındırılmış bir dil kullanmaları şart. Olabildiğince sade bir dil kullanarak, herkesin anlayacağı şekilde bilgilendirme yapmalı ve fazla dallandırıp budaklandırarak konunun ve vermek isteyeceği mesajın özünü kaçırmamaya dikkat etmeli. Vereceği son mesaj daima “hastalık yoktur, hasta vardır” geleneğine uygun olarak her bireyin her hastalığa vereceği tepkinin farklı olduğuna vurgu yapmalıdır. Aksi taktirde az evvel de belirttiğim gibi hasta, aynı hastalıktan şikayetçi başka hasta insanların deneyimlerinin kendisi için bir ölçüt olarak kabul ederek hekimi başkalarından aldığı bilgilerle, belki de kendisinde işe yaramayacak tanı ve tedavi yöntemlerine itmekte. 

Geleneksel veya sosyal medya aracılığı ile verilen sağlık bilgilerinin daima genel yaklaşımlar olması gerektiği daima akıl tutulmalı ve bu durum bilgilendirmede mutlaka vurgulanmalı. Hekim son cümlesini “siz yine de mutlaka ilgili bir hekime bizzat başvurmalısınız ki sizi dinlesin, muayene etsin, varsa elinizdeki tetkikleri de değerlendirerek gerekiyorsa başka tetkikler yaptırsın ve ona göre bir karara varsın” şeklinde kurmalı.

Hekimin bireysel bilgilendirmelerinin yanı sıra tıp derneklerinin kendileri tarafından halkın anlayacağı tarzda yapılandırılmış internet sayfaları da hastalar için değerli birer kaynak olacaktır. Bu amaçla hekimlerin bireysel olarak veya bağlı bulundukları derneklerce uzman sağlık habercilerine verdirecekleri seminer, konferans ve benzeri yollarla medya eğitimi almaları gerektiğine inanıyorum. Orta öğrenim seviyesinde doğru kurgulanarak verilecek “medya okur-yazarlığı” dersleri bu konuda iyi bir başlangıç olabilir. Benzer amaçla tıp fakültelerinde de bu tür derslerin müfredatta yer alması faydalı olacaktır.  

Türk Tabipleri Birliği’nin de medyada yer alan hekimlerin etik ve bilimsel değerlerin dışına çıkıp çıkmadıklarını kontrol edecek bir mekanizma kurması ve gerektiğinde yaptırım uygulaması gerekli.

Sağlık haberciliğinin diğer haberlerden farkı nedir?
Sağlık haberciliğinin diğer haber türlerinden farklı bir görevi ve dinamiği olduğu kabul edilmeli ve işe iletişim fakültelerinin eğitim programlarında sağlık haberciliği konusuna daha fazla yer verilerek başlanmalı diye düşünüyorum. Hatta belki de bu konular lisansüstü eğitim programlarında yer almalı. Medya etiği ve sağlık haberciliği etiğinin birbirinden ayrılarak, sağlık haberciliği konusunda bir takım etik kodların tanımlanmasının ve bunların daha öğrencilikten itibaren öğretilmesinin doğru olacağı düşüncesindeyim. 

Sağlık haberciliğinin ayrı bir uzmanlık dalı olması, bu yola girecek medya çalışanlarının ayrı bir eğitimden geçirilmesi ve bir denetleme mekanizmasının kurulması doğru olacak. 
Sizin şimdi yaptığınız bu haberin süreci medya-bilim insanı ilişkisine çok başarılı bir örnek bence. Sizinle bu konu üzerine konuştuk, daha sonra siz bu görüşmeyi bir haber haline getirdiniz. Ancak haberi vermeden önce metni son kez gözden geçirmem için bana gönderdiniz. Ben de okuduktan sonra son halini onayladım ve siz de haberi verdiniz. Bu bence ideal bir ilişki ve bu sayede size her zaman arzu ettiğiniz röportajları vermek konusunda hiçbir tereddüt yaşamıyorum. Bu vesileyle de etik habercilik anlayışınız için size çok teşekkür etmek isterim.

Geçtiğimiz Mayıs ayında düzenlenen 20. Ulusal Cerrahi Kongresi’nde sağlık haberciliği ile ilgili oturumlar düzenlediniz. Sizi bu konu ile ilgili oturum yapma gereği hissettiren sebepler neydi?
Hekim ile sağlık habercisi arasında düzeyli ve etik değerlere sıkı sıkıya bağlı bir iletişim kurulması gerektiği fikrimde ısrarlıyım. Böylece iki taraf da birbirini anlayacak ve ortaya çıkacak haber bilimsel temelde, anlaşılır bir dile sahip olacaktır. Bundan kazançlı çıkacak olan ise sağlık konusunda doğru bilgiye ulaşabilen hastalar olacak. 

İşte tüm bu nedenlerle 20. Ulusal Cerrahi Kongresi programına bir medya bir de güncel olması nedeniyle sosyal medya ve hekim ilişkisini irdeleyen iki oturum koyduk. Oturumlarda davet ettiğimiz yetkin ve saygın sağlık habercisi konuşmacımız, cerrahlara hekim ve sağlık habercisinin aynı gemide olan yolcular olduğu yönünde bilgiler vererek bir farkındalık yarattı. Bunu da oldukça gergin geçen oturumlardan çıktıktan sonra katılımcıların davetli konuşmacımızla olan samimi ve içten sohbetlerinde gördük. 

Bu tür oturumların her kongrede yer alması umudunu taşıyorum. Bu tür oturumlar sağlık habercisi ile bilim insanını karşı karşıya getirmekten çok, aynı amaçla yan yana çalıştıklarının farkına varmalarını sağlıyor. Her iki taraf da önce kendisi ile yüzleşiyor ve sonra da diğeri hakkındaki ön yargılarından arınıyor. 

İnsanın en büyük mücadelesi kendisine karşı olanıdır. Kendimizi eleştirmeyi başardığımızda ilerlemeye hazırız demektir.

Prof. Dr. Tamer Akça kimdir?
1989’da GATA Askeri Tıp Fakültesi’ni bitirdim. Genel Cerrahi uzmanlık eğitimimi GATA Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde aldım. Halen Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Meme ve Endokrin Cerrahisi Birimi’nde profesör kadrosunda çalışıyorum. 

2013’de Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda sürdürdüğüm doktoramı bitirerek Tıp Tarihi ve Etik Bilim Doktoru unvanı aldım.
Mersin Üniversitesi Hastanesi’nin ve Tıp Fakültesi’nin tarihçesini anlatan “Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin 15 Yılı” adlı bir kitabın editörlüğünü ve 60 dakikalık belgeselinin yönetmenliğini yaptım. 

2014’de Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Ön Lisans Programı’nı bitirdim.

2014-2015 Eğitim ve Öğretim Yılı’ndan başlayarak Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencilerine “Tıbbi Fotoğrafçılık” seçmeli dersi ve sertifika programı başlattım. 2015’de bu programdan Türkiye’nin ilk ve halen tek “Tıbbi Fotoğrafçılık” sertifikasına sahip yedi tıp fakültesi öğrencisi mezun oldu. Bu sene de ikinci grup öğrencilerimiz bu sertifikayı almaya hak kazandılar. Öğrencilerin yanı sıra Türkiye’nin farklı şehirlerinden, sadece hekimler değil ama farklı meslek sahipleri de bu sertifikayı almak için Mersin’e geliyor. Şu ana kadar 6 katılımcıya Mersin Üniversitesi Sürekli Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi aracılığı ile Tıbbi Fotoğrafçılık sertifikası vermiş bulunmaktayım. 
Zaman zaman bazı cerrahi kongrelerinde ve bazı fotoğraf eğitim merkezlerinde “Ameliyathanede Fotoğraf Çekimi ve Spesmen Fotoğraflama” kursları düzenlemekteyim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay

TIBBIN DUAYENLERİ: HASAN BİRİ

Yüz üzerinde yayını bulunan kısa bir süre önce Koru Hastanesi’ni açan ve devamında uluslararası alanda başarılara imza atacak üniversite kurmayı hedefleyen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, iletişimle birlikte sosyal sorumluluk projeleri düzenlemesinin yaşam felsefesi haline gelişini ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. “İyi hekim iyi empati yapan hekimdir” sözüyle hekimlik mesleğinin doğru iletişimden geçtiğini kaydeden Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, Akademik ve etik kurallarla çalışan Koru Hastanesi’nin ileride uluslararası başarılara imza atacak üniversite olacağını belirtti. Prof. Dr. Biri, tıptaki her türlü gelişmeyi takip ederek, sağlık sektörünün ihtiyaçlarını gören ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekçi politikalarla büyümeyi hedefleyen bir sağlık kuruluşu olmayı hedeflediklerini söyledi. Kendi ağzından hayatını ve çalışmalarını dile ge