Ana içeriğe atla

“UZMAN YETERLİLİĞİNİ SORGULAMAK KÜLTÜREL BİR TABU”

Sözde Uzmanlardan Korunma Kılavuzu

Ülkemizde uzman yeterliliğini sorgulamanın kültürel bir tabu gibi algılandığını belirten ise Girne Amerikan Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç . Dr. Linda Fraim, “Psikoloji alanında denetim, meslek yasası ve ruhsatlandırma yok. Her önüne gelen bir merkez açabiliyor. Yeni mezun deneyimli mezun demeden herkes her işi yapabiliyor” dedi. 

Psikologlar, hiçbir eğitim almadığı halde danışmanlık yapan, bu alanda kitap çıkartan sözde uzmanlara karşı uyarıyor. “Sözde uzmanların web sayfasına baktığınız zaman  A'dan Z' ye her türlü psikolojik rahatsızlık için terapi yapar.  Bizler yıllarca aynı alanda aldığımız eğitim ve yaptığımız stajlar sayesinde en fazla 4-5 uzmanlık alanları geliştirdik” diyen ise Girne Amerikan Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Linda Fraim, ülkemizde uzman yeterliliğini sorgulamanın kültürel bir tabu gibi algılandığını söyledi. 

Yrd. Doç. Dr. Linda Fraim,  sözde uzmanlara karşı dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili soruları cevapladı.

Sözde uzman kimdir?
Psikoloji alanında çalışan "sözde uzman" diye tabir ettiğimiz kişiler çalıştığı alandan mezun olmayan, alanla ilgili bir kaç kitap ve kurs ya da eğitim alarak bir şeyler yapmaya çalışan ve de ülkemizdeki regülasyon boşluğundan faydalanarak piyasada "uzman" diye ahkam kesen kimselerdir benim için. Örneğin kişi işletme veya mühendislik mezunudur ve uygulamalı psikoloji üzerine yüksek lisans yapar. Hatta ve hatta maddi imkanları da el veriyorsa da yüksek lisansını yurt dışındaki bir üniversitede yaparak Türkiye'ye döndüğünde büyük bir sükse ile piyasada kendini "uzman psikolog" olarak tanıtarak kendisine bir "terapi merkezi", "danışmanlık merkezi" veya "kişisel gelişim merkezi" açarak kendi çapında "terapi" yapmak gibi bir çaba içerisine girer. Bu arada da özgeçmişi kalabalık görünsün diye de NLP, Reiki ,  Hipnoterapi , Aile Danışmanlığı Eğitimleri, koçluk eğitimi veya benzeri terapi eğitimlerine katılır ve bir anda karşınızda “Uzman” kim olarak piyasada iş yapmaya başlar. Hatta web sayfasına baktığınız zamanda da A'dan Z' ye her türlü psikolojik rahatsızlık için terapi yapar.  Bizler yıllarca aynı alanda aldığımız eğitim ve yaptığımız stajlar sayesinde en fazla 4-5 uzmanlık alanları geliştirdik. Bu insanlar her telden çalarak her şeye bir çare çözüm buluyorlar ve her türlü uygulamaya da hakimler. 

Bu arada yanlış olmasın, insanların kendilerini geliştirme çabalarına saygım sonsuz hatta takdir ediyorum. Ancak bunu kendi alanlarında yapsınlar. Benim alanım o kadar popüler hale geldi ki herkes psikolog, terapist olmak istiyor. Tabii bir de bu işin maddi kazancı da çok cazip geliyor. Ortalama seans ücretlerine bakıldığında 150 TL'den başlıyor ve seans başına 500 TL'ye kadar hatta fazlasına çıkıyor.  Bugünün Türkiye'sinde kim kazanıyor bu kadar parayı? Tabii bu da cazip kılıyor bu işi. Paket programlar hazırlanıyor ve 6 seans'ta ben işinizi çözerim deniliyor. Altı seans için 2500 TL alıyor ve danışanı 6 seans gelmesi için bağlıyor. Bu hiç etik değil. Ne demek paket program? Danışanın elektriği terapistle tutmadıysa mecbur 6 seans gitmeye çünkü para ödedi.

Sonuçta bu insanlar psikoloji alanında 4 yıl temel eğitim almıyorlar. Dört yılda alınan psikoloji dersi sayısının en az 35-40 arası olduğunu düşünürsek ve yüksek lisans programları Türkiye genelinde tez hariç 8-10 ders arasında olduğunu da var sayarsak, "uzman psikolog" unvanını taşıyabilmek için 6 sene boyunca psikoloji ile ilgili olarak en az 50 ders alındığını düşünürsek, başka bir bölümden mezun olan bir insanın sadece yüksek lisansta 8-10 ders alarak "uzman" olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Tabii bu arada da mesleki etiklerden bir haber oluşlarından hiç bahsetmeyeceğim!

Denetim Yok, Meslek Yasası Yok
Karşılaştırmak amaçlı olsun diye Amerika'dan bir örnek vereceğim... Dört yıllık psikoloji mezunları sadece psikoloji mezunu'dur. Psikolog değildir. Bu alanda çalışmak istiyorsa psikoloji mezunu o zaman yüksek lisans ve hatta doktora yapmak zorundadır . Yüksek Lisans programında ben 2 sene içerisinde yaklaşık olarak 30'a yakın ders aldım. Öyle 8-10 dersle mezun olmadım. Sonrasında da “Terapist” unvanını alabilmek için 3 bin saatlik bir staj tamamladım Kaliforniya eyaletinin Davranış Bilimler Kurulu'nun ön gördüğü ruhsatlandırma sınavına girebilmek için. Ben Kaliforniya'da kalmayı düşünmediğim için ve de Türkiye'ye dönüş yapacağımdan dolayı sınava girmeye gerek görmedim. Çünkü Amerika'dan alacağım ruhsatın Türkiye'de herhangi bir geçerliliği bulunmuyor.  Geçerli olmayan ya da denkliğini denetleyecek herhangi bir kurum yok ise ne diye o ruhsatı alayım ki? Ayrıca o zamanlar, yani 2009 yılından bahsediyorum, Türkiye'deki düzensizlik, yasal boşluk durumu nedeniyle de gerek görmedim. Bu arada, Türkiye'de Türk Psikologlar Derneği'nin Kaliforniya'daki Davranış Bilimler Kurulu gibi yetki, denetleme ve yasal yaptırım yapma veya yaptırma imkanı dahi yok. Bu da birçok kişi için inanılmaz bir uygulama boşluğu yaratıyor. Bu arada da eğer ki Kaliforniya'da yaşamaya devam edip çalışacak olsaydım o zaman mecburen bu sınava girecektim ve her iki senede bir bu ruhsatımı yenilemek zorunda kalırdım. Olur da Amerika'ya geri dönüş yapacak olursam da bütün yanan 3000 saatlik stajlarımı yeniden yapmam gerekecek ve de Doktora seviyesindeki Ulusal Psikoloji Sınavına girip ruhsatımı almam gerekecek. Bu arada ben Yüksek Lisansımı 2004 yılında tamamladıktan hemen sonra da aynı yıl Doktora'ya başladım. ABD'de “Psikolog” unvanı doktora tamamlandıktan sonra alınabiliyor. Kanunlar, etikler, ruhsatlandırmalar, denetleme ve sürekli eğitim derken işi son derece ciddi tutmakla birlikte herhangi bir ihlal söz konusu olduğu zaman, ihlalin ciddiyetine ve boyutuna göre cezaları para, hapis ve hatta meslekten men dahi olabiliyor. Biz nerdeyiz bu durumda? Denetim, meslek yasası ve ruhsatlandırma yok. Çalışmalar yapılıyor ama ne yazık ki salyangoz hızı ile ilerleme ve gelişme sağlanabiliyor. Durumlar biraz fazlasıyla politik ne yazık ki. Her önüne gelen bir merkez açabiliyor. Yeni mezun deneyimli mezun demeden herkes her işi yapabiliyor. 

Kendimizi Emanet Ettiğimiz Kişilere Çok Ama Çok Dikkat Etmemiz Gerekiyor
Bu arada benim şahsen tanıdığım hatta öğrencim olan birisi yıllar önce yurt dışında bilgisayar mühendisliğini bitiriyor fakat psikolojiye duyduğu ilgi nedeniyle yıllar sonra gelip bu bölümü tekrar okuyor ve psikoloji ile ilgili alt yapısını oluşturuyor. Alan dışı olan bu arkadaş işini doğru yapmak adına yıllar sonra tekrardan psikoloji okuyor. Sonrasında da mezun olduktan sonra Danışma Psikolojisi üzerine yüksek lisans yapacak ve çok da isterse de doktora yapabilir. Bu durum benim için son derece kabul edilebilir bir durum ve de takdir ettiğim bir durum. Dolayısıyla böyle veya benzeri bir durum söz konusu değil ise, kendimizi emanet ettiğimiz kişilere çok ama çok dikkat etmemiz gerekiyor. 

Kalp Ameliyatı Geçireceksiniz, Kendinizi Kime Teslim Edersiniz?
Kalp ameliyatı geçireceksiniz, kendinizi kime teslim edersiniz? Yıllardır bu işin eğitimini almış, deneyimi olan ve alanında uzman olan bir kalp cerrahına mı teslim edersiniz yoksa internetten kalp ameliyatı nasıl yapılır, ne yaptığını sözde bilen alakasız bir kişiye mi teslim edersiniz? 

Sözde uzman nasıl anlaşılır?
Ayrımcılık olarak algılanmasını istemem ama "alan dışı" diye bir tabir var ve de bu şu anlama geliyor: bu kişi psikoloji mezunu değil ve başka bir alanda temel tahsilini almış. Temel ve standart kabul edilen eğitimi almamış. Temel bir eğitim almış ama kendi mezun olduğu alanda almış bunu - örneğin uluslararası ilişkiler, mühendislik, mimarlık gibi.  Bu temel eğitimden sonra da yüksek lisansını ya Uygulamalı Psikoloji veya Uygulamalı Sosyal Psikoloji alanında yüksek lisans yapmıştır. Yani bu şu anlama geliyor - psikoloji alanında herhangi bir alt yapısı yok. Bunu anlamanın tek yolu da bu insanlara "eğitiminiz hakkında bilgi verir misiniz" sorusunu sormaktır. Psikoloji çıkışlı değilse de bana göre uzak durmak gerekiyor. Ben bir kaç mühendislik ya da mimarlık dersi aldıktan sonra yapacağım binanın veya yapacağım elektrik aksamının sağlam olmayacağını düşünüyorsam ve bu durum insanlara fayda sağlamak yerine daha çok zarar vereceği konusunda inancım oldukça güçlüdür. 

Ülkemizde Uzmanın Yeterliliğini Sorgulamak Nedense Kültürel Bir Tabu Gibi Algılanıyor
Sözde uzmanlar hakkında iyi araştırma yapılmalıdır. Web sayfasına bakıyorsun "yurt dışındaki bir üniversite" eğitimini tamamlamıştır yazıyor. İyi de hangi üniversite bu? Hangi bölümde okudun? Mezun musun terk misin? Diploman nerede? Denkliği olan bir üniversite mi? Hep bu ve benzeri sorular mutlaka sorulmalıdır. Bu arada d görüştüğü danışanlar kartvizitinin veya tabelasının üzerindeki  "uzman psikolog" ibaresi nedeniyle de ne almış olduğu eğitimi sorgulanır ne de tecrübesi. Malum kendileri "uzman" ve de ülkemizde uzmanın yeterliliğini sorgulamak nedense kültürel bir tabu gibi algılanıyor.

Korunma yolları nelerdir?
Tüketici olarak bu sözde "uzman"lar hakkında detaylı bir araştırma yapmamız gerekiyor. Sadece kulaktan kulağa yayılan iyi, olumlu söylemlerle yola çıkmamalıyız. Ben bütün öğrencilerime şunu altını çizerek anlatıyorum: Eğitime mi gidiyorsunuz, o eğitimi kimin verdiğini öğrenin. 
Alanında uzman birisi mi? 
Kaç senedir bu işi yapıyor?  
Kaç yıl bu alanda çalışmış? 
Spesifik olarak tecrübesi nedir? 
Uzmanlık alanı veya alanları nedir? 
Bu konularda bilimsel çalışmaları var mı? 
Yayınları var mı? 
Kongre takip edip bildiriler sunuyor mu? 
Alanındaki sürekli eğitim gelişmelerini takip ediyor mu? 
Buna en güzel örnek bu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın düzenlediği "Aile Danışmanlığı" Eğitimleridir. Eğitimci kadrolarına baktığınız zaman bir tane Evlilik ve Aile Terapisi'nden yüksek lisansı veya doktorası olan bir tane eğitimci bulamazsınız. Bu alanda uzman olmayan birisinin vereceği eğitim ne kadar geçerli olur o da ayrı konu. Bu eğitimler başladığında bir dünya dernekle çalıştım ve derneklerin yaptığı etik olmayan davranışlar nedeniyle de elimi ayağımı çektim! Hayatında süpervizyon görmemiş rastgele bu eğitim işine para var diye girmiş ve de 100 kişiyi bir arada toplayarak süpervizyon yapmaya çalışıyor. Sanki tıp fakültesinde vaka analizi veya yöntem anlatıyor! Birçok insan bu alanda çalışıyor ama gerçekten işin ucu kaçmış durumda. Her şey kağıt üzerinde dört dörtlük gözüküyor ancak, Bakanlık ne eğitimi, ne kadroyu ne de yapılan işin kalitesini denetlemediğinden dolayı bu eğitimler istendiği gibi değil.

Sözde Uzmanlar Boşluktan Faydalanıp İstedikleri Gibi Davranabiliyorlar
Burada yanlış anlaşılmaya da sebebiyet vermek istemem . Bu eğitime katkısı olan çok değerli hocalarımızın olduğu gibi dünyadan bir haber olan ve sadece yüksek lisans programında aile terapileri dersini teorik olarak almış, danışan görmemiş olan hocalarımız da var. Hatta bu eğitimler başladığında ilk zamanlar bir dernek vasıtasıyla, eğitimimi verdim ve iş süper vizyona gelince nasıl yapılacak diye sorduğumda dernek başkanı soruyu geçiştirdi. Akabinde kalabalık gruplar halinde yapılacağını söyledi hatta eğitimi alan kişilerin de danışan görmeleri gerekmediğini söylemişti. Bu işin bu şekilde olmayacağını, hatalarla dolu "danışmanlar" yetiştirdiğini söyledim ve de o dernekle ilişkimi kestim. Danışan görmeden süper vizyon mu olur? Bu uygulamanın sebebi ne? Denetim yok. İşini bilmeyen adamlar ticari çıkar uğruna insanları yanlış yetiştirmişler, yetiştirmemişler umurlarında değil. Dur diyen yok. Hesap soran yok. Standart yok. Boşluktan faydalanıp istediği gibi davranabiliyorlar.  

Sözde uzmanların ne gibi zararları olabilir?
Çok ciddi geriye dönüşü çok zor olan hatta olmayan zararlar verebilirler. İnsanlara ne yapacakları konusunda fikir beyan etmeleri dahi verebilecekleri en büyük zararlardan bir tanesi. Zaten uzman olan bir ruh sağlığı çalışanı danışanına "bence şunu yapmalısın" asla diyemez. Çünkü bizlerin işi bunu demek değil. Bizim işimiz danışanın kendi manevi kaynaklarını kullanmasını sağlayarak ve bu değişime uyum sağlayabilmesi için yeni beceriler öğretmek ki hayatında total bir değişim olsun. Yoksa danışanlara ne yapacaklarını birebir söylediğimiz zaman onların kararlarından ve de sonuçlarından da BİZ sorumluyuz. Niye mi? Çünkü onların hayatlarını yaşamıyoruz ve yaşamadığımız için de ONLAR için hiç bir karar veremeyiz. Diyelim ki bir kadınla eşi bu sözde uzmana ismine güvenerek geliyorlar ve bu sözde uzman ağzından çıkanı duymadığından dolayı kendi bildiğini okuyarak çifte nasihatlerde bulunuyor ve ofisten çıktıktan sonra çift alakasız bir konu üzerine kavga etmeye başlıyor. Bu sözde uzmanın önermiş olduğu "akıl" sonucunda çift anlaşmazlığa giriyor ve de kavga ediyorlar, şiddet hatta cinayet dahi söz konusu olabilir. Evet bu ekstrem bir örnek kabul ediyorum ama olasılığının dahi olması bile beni ürkütüyor! Kim bunun hesabını verecek? Sözde uzman mı? Onun için ne yaptığını bilmeyen, ticari olan birçok uygulama kullanılarak insanların hayatlarını "değiştirmeye" çalışan bu sözde uzmanlardan mutlaka kaçınmak gerekiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay

TIBBIN DUAYENLERİ: HASAN BİRİ

Yüz üzerinde yayını bulunan kısa bir süre önce Koru Hastanesi’ni açan ve devamında uluslararası alanda başarılara imza atacak üniversite kurmayı hedefleyen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, iletişimle birlikte sosyal sorumluluk projeleri düzenlemesinin yaşam felsefesi haline gelişini ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. “İyi hekim iyi empati yapan hekimdir” sözüyle hekimlik mesleğinin doğru iletişimden geçtiğini kaydeden Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, Akademik ve etik kurallarla çalışan Koru Hastanesi’nin ileride uluslararası başarılara imza atacak üniversite olacağını belirtti. Prof. Dr. Biri, tıptaki her türlü gelişmeyi takip ederek, sağlık sektörünün ihtiyaçlarını gören ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekçi politikalarla büyümeyi hedefleyen bir sağlık kuruluşu olmayı hedeflediklerini söyledi. Kendi ağzından hayatını ve çalışmalarını dile ge